top of page

[TR] Malavi'de heybeme doldurduklarım


Her seyahat bir sorumluluk… Çıkıyoruz yola ve bir yük daha alıyoruz omuzlarımıza. Yine birbirinden güzel yüzler daha buyur edeceğiz yüreklerimize. Nasıl bir tabloyla karşılaşacağız aşağı yukarı tahmin ediyoruz. Ne de olsa hepimiz biliyoruz Afrika’yı… Hepimiz biliyoruz gece karnı tok yatağa girmenin ne olduğunu bilmeyen çocukların yaşadığı toprakları… Öyle mi? Biliyor muyuz gerçekten? Emin değilim. Her yeni bilgi, bir değişimi gerektiriyor hayatımızda. Ama bu değişime ne kadar şahidiz kendi ruhumuzda ve benim ne kadar değişime açık bir ruhum var, bilmiyorum. Soru işaretleriyle dolu bir zihin ve tatlı bir heyecan ile valizimizi hazırlıyoruz. Fazladan bir kıyafet daha koymak gelmiyor içimizden. İşin doğrusu, aldığımız her şey bir fazlalık olarak görünüyor gözümüze… Bir sırt çantamızı yüklenip düşmek istiyoruz yola.

Yaptığımız hazırlıklar bizi seyahatimiz boyunca idare edecek kadar giysi ve ilaç almakla sınırlı değil elbette. Bir Afrikalı çocuğun kendi el emeği göz nuru bir oyuncak kadar güzel oyuncaklar bulabilir miyiz bilmiyoruz ama yine de bir markete giriyoruz. Ve niyet edilmiş bir hayrın ilk bereketine şahit oluyoruz: Bir teyze yaklaşıyor yanımıza, niçin çok fazla oyuncak aldığımızı soruyor. Afrikalı çocuklara götürmek için alındığını öğrenince bir oyuncak daha atıyor sepetimize ve “Bir çocuğu da ben sevindirsem olur mu?” diyor, sanki birkaç dakika önce kendi torununa oyuncak alırken bir liranın hesabını yapan o değilmiş gibi…

Hazırlıklar tamam!

Saat gece yarısına yaklaşıyor. Uçağın kalkmasına birkaç dakika var. Malavi’ye Türkiye’den direkt uçak olmadığı için Güney Afrika Cumhuriyeti’ne doğru havalanmaya başlıyoruz. Malavi’ye dair topladığımız kaynakları incelemek için bir hayli çok vaktimiz var, zira yolculuğun yaklaşık 9-10 saat süreceğini biliyoruz. Okuyoruz Malavi’yi, o kanımızı donduran tarihini… Okudukça daha fazla ürperiyoruz. Kayda geçebilenler yalnızca bunlarsa, sahne arkasında kim bilir ne zulümler gördü bu topraklar, bilemiyoruz.

Bir küçük ülke, sömürgeciliğin pençesinde…

Afrika’nın güneyinde; Zambiya, Tanzanya, Mozambik ve kıtanın üçüncü büyük gölü olan Malavi Gölü ile çevrili küçük bir ülke Malavi. Tarihi, diğer Afrika ülkelerinden pek de farklı değil. Sömürgeci ve baskı dönemleri, bu yemyeşil ülkeyi ‘kara kıta’ yapan günleri sanki…

Malavi’nin adı, 14. yüzyılda hüküm sürmeye başlayan ve şimdiki Malavi, Mozambik ve Zambiya topraklarının bir kısmını içine alan Maravi Krallığı’ndan geliyor. 16. yüzyılda krallığın en parlak dönemini yaşatan Şef Masula öldükten sonra, Portekizlilerin işgal ve sömürge coğrafyası Malavi’ye de uzanıyor. Zamanında dönemin en önemli esir kaynaklarından biri haline gelen Malavi’de köleleştirilen Müslümanlar Brezilya’daki plantasyonlara götürülüyorlar. 19. yüzyıla kadar devam eden Portekiz vahşeti 1891’de İngiltere ve Portekiz arasında yapılan anlaşmayla Nyasland (Malavi) İngiltere yönetimine geçiyor ve çok kanlı bir koloni dönemi başlamış oluyor. Malavililer bundan sonra 1964 bağımsızlık yılına değin gerek yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesi, gerekse tüm coğrafyaya yayılan yoğun misyoner faaliyetlerin etkisiyle her alanda çok ciddi tahribata uğruyor.

Bereketli yağmurların suladığı verimli topraklar, Afrika’nın en fakir dördüncü ülkesinde…

Ülke yüzölçümünün beşte birini tutan Malavi Gölü’nün lezzetli balıkları, kullanılabilir tatlı suyu, Kasım ayının bereketli yağmurları, jakaranda ağaçlarıyla süslü tertemiz bir gökyüzü, fildişi ve altın bakımından zengin topraklara sahip Malavi, aynı zamanda Afrika’nın en fakir dördüncü ülkesi konumunda… Yer altı ve yer üstü servetleri İngiltere’ye aktarılan bu yemyeşil ülkenin halkı, açlıktan ot ve ağaç yapraklarını yemek zorunda bırakılıyor. Üstelik bununla da kalmıyor! Müslüman topluluğun her şeye rağmen Malavi nüfusunun çoğunluğunu oluşturmaya devam ettiği ülkede koloni dönemlerinde yaklaşık bir asır boyunca kilise baskılarıyla Müslüman okullar kapatılıyor ve vaftiz olup bir Hıristiyan ismi almayan hiçbir çocuk okullara alınmıyor. Ülkeyi adeta sokak sokak parselleyen Protestanlar, Katolikler, Evangelistler, Yehova Şahitleri, Anglikanlar, Babtistler, Metodistler gibi pek çok farklı misyoner grup birlikte çalışıyor ve ülkede hemen hemen her şey onlardan soruluyor: Hastaneler, okullar, meslek edindirme kursları, misafirhaneler, yetimhaneler… Tabi bugün bile karnını doyurmak için bir lokma ekmeğe ve giyinebilmek için bir metre kumaşa ihtiyacı olan halkın tüm bunlardan istifade edebilmesi için yegâne bir şart önlerine sunuluyor: vaftiz olmak… Hal böyle iken Malavili Müslümanların, Müslüman kalabilmek için nasıl bir mücadele içerisinde bulunduğunu tahayyül bile edemiyoruz.

‘Kara kutu’ Afrika açılıyor!

İşte İslam dünyasının acziyetini bir kez daha iliklerimize kadar hissettiğimiz bu topraklara, “Müslümanlar bir vücudun âzaları gibidir. O âzalardan biri rahatsız olsa bütün vücud rahatsızlık duyar.” düsturuyla bir yetimhane açılışını yapmak üzere yöneliyoruz. Johannesburg üzerinden aktarma yaparak, bir hayli meşakkatli geçen bir yolcuğun ardından Malavi’nin başkenti Lilongwe’ye varıyoruz. Ve Malavi hakkında okuduklarımızı doğrulayan ilk manzarayla karşılaşıyoruz: Başkentin havalimanında bilgisayar yok! Evet, bütün işlemler tek tek dosya tutularak hallediliyor. Havalimanından ayrılıp Malavi sokaklarında dolaştıkça ve ‘kara kutu’ Afrika’yı açtıkça havalimanındaki şaşkınlığımız gidiyor ve yerini başka duygulara bırakıyor.

İlkin, Lilongwe havalimanında bizi karşılayan Africa Muslim School Assocation sekreteri Adil Chilungo ile elimizdeki dolarları Malavi’nin para birimi Kwacha’ya çeviriyoruz. Verdiğimiz bir miktar dolar, bize bir çanta dolusu Kwacha olarak geri veriliyor. Nüfusun yarısının açlık sınırında olduğu, kişi başına düşen milli gelirin sadece 200 dolar olduğu bu ülkede bir çanta dolusu parayla gezecek olmak bizi biraz korkutuyor. 1 dolar için insanların birbirini öldürdüğü haberlerini kulak arkası edip mümkün olduğunca tedbirli olmaya çalışıyoruz.

Başkent şehir merkezinde gördüğümüz tablo, esasen tüm dünyada şahit olduklarımız ile eş değer: zengin-fakir uçurumu burada da bizi buluyor. Sefalette dünya derecesi yapmış bu ülkenin başkentinin sokaklarında lüks arabalar ve evler dikkatimizi çekiyor. Çay, tütün, kahve, fıstık, acı biber, pamuk ve şeker pancarı yetiştirilen geniş toprakların sahibi Avrupalı ve Hintliler, merkeze uzak köylerden bihaber gibi yaşıyorlar. Bizdeki ‘karın tokluğuna çalışmak’ deyimi, Malavi halkı için geçerli bir şey değil. Burada insanlar, karın tokluğuna dahi çalıştırılmıyor. Köylünün kendisi için ekip biçtiği mısır; yetersiz sulama, kalitesiz tohum ve ilkel tarım yöntemleri sebebiyle ihtiyaca karşılık vermiyor. Ve bazı köylerde insanlar otları kaynatıp suyunu içerek hayatta kalmaya çalışıyor.

Sefaletin kalbine yolculuk…

Başkente beş saat uzaklıktaki şehir Blantyre’a giderken Malavi’yi daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz ve Malavi köylerinde ve kenar mahallelerde sefaletin resmini ancak şöyle çizebiliyoruz: tek katlı derme çatma evler, başlarının üzerinde eşya taşıyan kadınlar ve sırtlarına sarılmış bebeleri, arabadan ziyade bisikletle seyahat edenler, hastalıktan karınları şişmiş, yalın ayak dolaşan çocuklar, ışıksız, tabelasız ve işaretsiz yollar… Ülkenin içinde bulunduğu şartlar, ölüm oranındaki vahim tabloyu da gözler önüne seriyor: Malavi’de nüfusun %17’si AIDS hastalığının pençesinde ve ortalama ömür sadece 37 yıl! Ve tüm bunlara rağmen 12 milyon nüfuslu bu ülkede doktor sayısı sadece 200!

Yetimhane ile ilk buluşma…

Gece yarısı Blantyre’a varıyoruz ve bir pansiyonda konaklıyoruz. Sabahleyin Adil Bey ve kızı Fatma ile birlikte erkenden Kanyenda’ya doğru yola çıkıyoruz. Yetimhaneyi ilk defa göreceğiz. Soruyoruz Fatma’ya: “Yetimhane nasıl oldu, beğendin mi?” Cevap veriyor: “Gerçekten harika! Köylüler yarınki açılış için çok heyecanlı!” Bu cevapla birlikte bir buçuk sene geriye gidiyoruz, bu yetimhanenin öyküsünün yazılmaya başlandığı ana… Bir grup üniversite öğrencisi olarak başladığımız Kitap Ayracı Projesi ile sadece üç tane katarakt ameliyatı yaptırmayı hedeflerken Allah tuğla üstüne tuğla koydurmuştu Malavi’de. Kısa sürede Türkiye’nin altmış üç şehrine yayılan, üniversite ve lise öğrencilerinin kendi harçlıklarını vererek sadece üç liraya satın aldığı ayraçlar, onlarca yetime umut olmuştu bu ülkede. Ve halis niyetler, çabalar neticesinde mütevâzi bir yuva kurmuştu zeytin gözlü küçük kardeşlerimize. Belki de minik bir mazlumun duasıydı bizi buralara kadar çeken, küçük emekleri ‘yetimin başını okşa’maya vesile kılan Allah’ın engin merhameti ve bereketiyle… Şimdi dualarla gidiyorduk gözümüzün nuru Boğaziçi Yetimhanesi’ne… Kalbimizde uçuşan kelebekler ile…

Kısa bir yolculuğun ardından ufukta yetimhanenin hemen karşısındaki medrese görünüyor. Medresenin önünde köylü kadınlar bizi ‘Mom Amina’ ismini verdikleri şarkıyı söyleyip yerel dans gösterileri yaparak karşılıyorlar. Tebessümün ve samimiyetin yüzlerinden hiç eksik olmadığı Malavi halkının misafirperverliği, bu ilk karşılaşmada da bizi sevindiriyor. Kadınlarla selamlaşıp yetimhanemize doğru yürüyoruz.

İşte görünüyor elli fidan için inşa edilen yuva… Bakıma muhtaç çocukların eğitimli, kendi ayakları üzerinde durabilen, başkalarına faydalı olan bilinçli birer Müslüman olarak yetişmelerine vesile olacak bir çatı… İnsan tacirleri, organ mafyaları, fuhuş çeteleri ve misyonerlere karşı bir kalkan… Böyle dualarla giriyoruz yetimhaneye. Birkaç ay sonra çocukların cıvıldayacağı koridorda yürüyoruz. Çocukların yatakları ve dolaplarına bakıyoruz. Adil Bey bize yetimhanenin idari oda, tuvalet, banyo, çamaşırhane ve yemekhane gibi bölümlerini tanıtırken diğer yandan Müslümanlar tarafından kurulan bir yetimhanenin burada ne kadar elzem olduğunu anlatıyor: “Anne ve babasını yitirmiş çocuklar için Malavi’de hayat çok zor. Hele ki çocuk Müslüman ise durum çok daha vahim bir hal alıyor. Çocukların yiyebileceği tek yemek pub (mısır unundan yapılan tatsız tutsuz bir yemek). Zorunlu kayıt paralarını ödeyemediklerinden okula da gidemiyorlar. Ama biz bu yetimhanede çocuklara hem barınma imkânı sağlamış olacağız hem onlara düzenli olarak güzel yemek vereceğiz hem de okullara gönderip dini ve fenni eğitimleri almalarını sağlayacağız.”

Evet, Malavi’de Müslümanların durumu anlamak için genel sefalet tablosunu iki ile çarpmamız gerekiyor. Çünkü nüfusun neredeyse yarısını oluşturan Müslüman kesimi resmi kayıtlarda azınlık olarak gösteren ve Hıristiyanlık dışında başka bir inanca hayat tanımayan yönetim, halka ‘iman’ karşılığında yardım yapıyor ve bu, Müslümanların içinde bulunduğu şartları çok daha ağır bir hale getiriyor.

Malavi köylerinde hayat…

Yetimhane ziyaretinin ardından birkaç ay sonra yetimhanede kalacak olan çocukların evlerini ziyaret etmek ve onlara minik bayram hediyeleri vermek üzere başka bir bölgeye geçiyoruz. Gittiğimiz köyde yirmi çocuğu bir medresede ilahiler söyleyip kitap okurken buluyoruz. Her biriyle konuşmaya çalışıyoruz ve fotoğraflar çekiyoruz. Ardından zarflar içerisine koyduğumuz 500 kwacha (yaklaşık 1,5 dolar) bayram harçlığını ve hediyelerini verip sınıftan ayrılıyoruz. Tam arabaya binmek için hazırlanırken sınıfta bir çığlık koptuğunu duyuyoruz. Heyecanla geri dönüyoruz ve bizi çok şaşırtan bir manzarayla karşılaşıyoruz: Çocuklar zarfları ve hediye paketlerini açmışlar, heyecanla birbirlerine gösteriyorlar ve havalara zıplıyorlar. Birkaç yüz liralık hediyelere boğulan tatminsiz çocukların hallerinin normalleştiği ‘modern’ dünya standartlarında, bu çocukları sevinçle bağırtan şey, sadece 1,5 dolar ve plastik küçük bir oyuncak…

Küskün bir çocuğun bakışları…

Medresede şahit olduğumuz tatlı ve düşündürücü anıdan sonra köyün biraz daha iç kısımlarına doğru yürümeye başlıyoruz. Niyetimiz anne ve babasını küçük yaşta yitirdikten sonra babannesiyle birlikte yaşam mücadelesi veren 12 yaşında bir delikanlı ile tanışmak… O, Rodney Ngoma. Malavili diğer neşeli ve cıvıl cıvıl çocukların aksine, durgun ve küskün bir duruş sahibi bu çocuk. Rodney’in bu halini, çatısı kuru otlarla örtülü, kerpiç duvarlı tek odadan ibaret bir evi görünce daha iyi anlıyoruz. Eve girmek için Rodney’den izin alıyoruz ve fotoğraf çekmek için hazırlanıyoruz. Rodney, bize hiçbir şey demeden hasırın üzerine uzanıyor ve adeta “Burası benim yatağım!” der gibi kameramıza bakıyor. İşte o an anlıyoruz Rodney’in bakışlarındaki derinliği… “Şimdiye kadar neredeydiniz?” der gibi… “Adımın İbrahim, Musa, Muhammed değil de Rodney koyulmasına nasıl izin verdiniz?” der gibi… Kalbimizde büyüyüp duran soru işaretleriyle çıkıyoruz evlerinden ve pansiyonumuza dönüyoruz.

Bir buçuk yıldır beklenen an…

Sonunda yetimhanenin açılış günü gelip çatıyor. Bir buçuk yıllık emeklerin meyvesini alacak olmanın heyecanını yaşıyoruz. Yerine ulaştırılacak olan onca selam var heybemizde… Hazırlıklar tamam. Yetimhanemiz kurdelesinin kesilmesini bekliyor Malavi Milli Eğitim Bakanı, çeşitli STK başkanları, gazeteciler, köy halkı ve onlarca çocukla birlikte... Törende yapılan protokol konuşmalarının ardından hayır dualarla yetimhanenin açılışını yapıyoruz. Ve sonrasında yetimhane önünde bekleyen onlarca ufaklığın arasına karışıp oyunlar oynamaya başlıyoruz. Kalabalığın arasında bir kızın bakışları ve davranışları dikkatimizi çekiyor. Soruyoruz: “Bir şey mi söylemek istiyorsun?” Utangaç bir edayla: “Senin arkadaşın olmak istiyorum.” diyor. Sarılıp “Canım benim! Ben senin kardeşinim.” diyebiliyoruz. En ufak bir ilgi, tatlı söz veya tebessümle bile çok mutlu olabilen bu çocuklar, her halleriyle bize ders veriyor. Onları yakından tanımak, dil problemi yüzünden çok konuşamasak da hal diliyle anlaşmak bize inanılmaz keyif veriyor. Onların dünyalarına en kolay resim çizdirerek inebiliriz diye düşünüyoruz ve beraber resim çizmeye başlıyoruz. Her biri bizlere ömür boyu saklayacağımız değerli hatıralar bırakıyorlar. Yetimhaneyi çizip “Evimi çizdim.” diyen Recep… Çizdiği resmin arkasına “Bize gönderdiğiniz hediyeler ve yaptırdığınız okul için teşekkür ederim. Allah razı olsun. Sizi seviyorum.” yazan Brian… Tüm yakınları vefat ettiği için komşusunun evinde yaşayan Eşref… Babannesiyle birlikte yaşayan Handsome ve Whiteman; yani ‘beyaz adam’ isimli siyah boncuk… Her biri ayrı ayrı bir güzellik katıyor küçük dünyamıza…

Malavi’de son iftar…

Blantyre’daki son günümüzde, güzel bir Ramazan akşamında, köylülerle birlikte yetimhanenin önünde dualarla orucumuzu açıyoruz. Türkiye’deki iftar sofralarımızdan çok daha ‘zengin’ yiyecekler ve muhabbet var soframızda. Şükrediyoruz. Üstelik kapkaranlık bir köyün içerisinde kırmızı bir dolunaydan ve yetimhanemizden süzülen ışıklar da bize eşlik ediyor. Köylerin %80’inde elektrik olmadığını öğreniyoruz. Ve yine şükrediyoruz ki yetimhaneyle birlikte elektriğe kavuşan köylerden birisi de bu köy olacak.

Anlamlı bir talep: Kitap

Artık Türkiye’ye dönüş için başkent Lilongwe’ye yola çıkıyoruz. Yolda Adil Bey köylü kadınların bize kendi dillerinde bir mektup yazarak bir şeyler talep ettiklerini, onu çevirisiyle birlikte bize teslim edeceğini söylüyor. Merakla alıyoruz mektubu. Çeşitli tahminler geçiyor zihnimizden. Ne rica etmiş olabilirler acaba? Bir aş evi mi? Ya da sağlık taraması çalışması mı? Hayır, değil. Böylesine bir sefaletin içinde bizden istenen şey sadece kitap… Mektupta kadınlar 2010 yılından beri köylerindeki medresede aldıkları eğitimle İslami faaliyetler yürüttüklerini, ancak diğer köylerdeki kadınlara İslam’ı öğretmek için ulaşım problemi yaşadıklarını ve İslami kitap ve yazı gereçleri gibi eğitim materyallerinden yoksun olduklarını dile getiriyorlar. Yiyecek ikinci bir ekmeği olmayan bu insanların, hayatlarının merkezine alarak talep ettikleri bu yardımlar, bize sahip olduğumuz ‘dert’lerimizi tekrar düşündürüyor.

Malavi seyahati bizim için hayatımızın en manidar yolcuğuydu. Köylülerle birlikte yaptığımız iftarlar hayatımızın en lezzetli iftarlarıydı. Yetimhane açılışının daha nice güzelliklere ve hayır halkalarının genişlemesine vesile olması temennisi, bir sürü kafa karışıklığı ve yüzlerimizde garip bir tebessüm ile geri dönüyoruz. Dünyanın diğer bir ucunda dua eden, ayrılma vakti geldiğinde ellerimizi sımsıkı tutup "İnşaallah bir dahaki sefere cennette karşılaşırız." diyen Müslüman kardeşlerimizin olduğunu bilmek bambaşka bir duygu…

Merve Çirişoğlu

07.08.2012

Search by Tags
Recent Posts
bottom of page